Benim üniversiteden mezun olduğum yıllarda yeni mezun adaylarla çalışmak isteyen firmalar aynı basmakalıp metinle personel arardı: “lisans; mümkünse yüksek lisans mezunu, en az bir yabancı dil bilen, 2 sene iş tecrübesine sahip, erkek adaylar için askerlik görevini tamamlamış ve 25 yaşını aşmamış, …” 17 yaşında üniversiteye başlamış benim gibi öğrenciler için dahi zor görünen bu kombinasyonla, üniversite yıllarımın sadece akademisyen olmayı düşlediğim ilk 3 yılında yalnızca eğlendim. Son sene “Acaba olabilir mi?” sorusuna çoktan teslim olmuştum. Oluyormuş. Ama profesyonel hayatta takdir gören bir yanı yokmuş.
3 kişilik çalıştığım için sürekli takdir topladığım birkaç senelik profesyonel tecrübe akabinde girişimcilik fikri üzerine düşünmeye başladım. Girişimciliğin bir ruh hali olduğunu anlatan kişisel gelişim kitaplarında anlatılan profile büyük ölçüde uyuyordum. Girişimimiz, kuruluşunu takip eden 6 ay içinde beklentilerimizin çok ötesinden bir noktaya ulaştı. Talipleri çıktı ama “start-up” fikri bugün olduğu gibi algılanmıyordu o yıllarda; ya da biz algılayamadık. Markayla adeta nikah kıymıştık; ayrılamadık. Birkaç sene bu şekilde geçti. Profesyonel hayata geri dönmeyi değerlendirdiğim günlerden birinde, anlık bir hevesle deneysel bir iş başvurusu yaptım ve hayatım değişti.
Yaşım gençti. Kısa sürede şirkette kendime yer edindim. Birçok süreç ve birime açık veya örtülü liderlik ettim. Hoşuma gitmeye başlamıştı ama büyük ölçekli dahi olsa, bir patron şirketinde patrona yakın olmak zannettiğim gibi mükemmel bir şey değilmiş. Birkaç seneye bünyem sağlık sinyalleri vermeye başladı. Doktorum istifa et dedi; ettim.
Takdir edersiniz ki yaradılış değişmiyor. Benzer şeyleri, daha üst düzey pozisyonlarda da göğüsleme zarureti hep mevcut oldu hayatımda. Bu süreçte farklı disiplinlerle ilgilenmeye başladım. Zaman içinde motivasyonumu, beni profesyonel anlamda zenginleştireceğine inandığım yeni çalışma alanları ve araştırmalara yöneltip, öğrendiklerimi çalışma hayatıma uygulamaya başladım. Liderlik, yönetim, inovasyon, marka ve yeni nesil pazarlama bu dönemde girdi hayatıma.
Kariyerimin yarıdan fazlasını geçirdiğim gayrimenkul sektöründe çalıştığım sürenin aynı zamanda gayrimenkul sektörünün en köklü değişimleri yaşadığı dönem olması sebebiyle şanslıyım. Kısaca gayrimenkul satış döngüsünün “sat-yap” modeline evrildiği; kentsel dönüşümün maalesef biraz da amacının dışına çıkarak çok sayıda mağdur yarattığı; yabancıya satışların yoğunlaştığı; oluşan dengesizliklerin yeni Tüketici Kanunu gibi yasal düzenlemelerle aşılmaya çalışıldığı; son olarak da Vatandaşlık Kanunu’nda yapılan bir dizi düzenlemeyle gayrimenkul satışlarının aynı zamanda vatandaşlık ediniminin bir yolu olarak ilan edilmesiyle günümüzdeki halini alan sektörde, son on yılda yaşanan değişimi iyisi, kötüsü ve tüm zorluklarıyla bilfiil tecrübe ettim.
Yıllar içinde hayatımdan daha çok zaman almaya başlayan uluslararası seyahatler, denizaşırı gayrimenkul yatırımları üzerine yapılan daha sık mesaileri, uluslararası ortaklıkları ve çokuluslu geliştirme faaliyetlerini beraberinde getirdi. Bugün, çok değerli mesai arkadaşlarımla, sayıları onu aşan ülkede, kendi markalarımızla gayrimenkul geliştirme, pazarlama ve satış alanlarında faaliyet gösteriyor; işlerini yahut hayatlarını başka ülkelere taşıma hayali kuran dostlarımıza oturum ve vatandaşlık süreçlerinde eşlik ediyoruz.
